Bisiklet turlarimin finansmani icin sanatsal olan fotograflarimin telif haklarini satisa cikarmaya karar verdim. Ilgilenen olursa sayfanin ozel mesaj butonundan veya baymineral@gmail.com adresinden satin almak istedikleri fotograflarin linkleri ve fiyat teklifleriyle birlikte bana ulasabilirler. - Baki Berk Kayalar

11 Temmuz 2009 Cumartesi

B4-2.Kısım: Bozcaada-İzmir = 16-21.06.2009

6. Gün: 16 Haziran 2009 Salı

05.00 gibi uyanarak sessizce toplanıyor ve bağ evinden ayrılıyorum. Ev sahibiyle gece vedalaşmıştım. Feribot 07.00' de ve bağ evi iskeleye uzakta değil. Rahat rahat adanın merkezine süzülüyorum. Kahvaltı edecek bir yer arıyorum. Pohoça filan olsa da olur. Nitekim sımsıcak pohoçaların satıldığı bir fırın olduğunu öğreniyorum. Fırını ararken adanın romantik sokaklarının sükûnetini de fotoğraflamaya çalışıyorum. Fırını buluyorum. Bir kaç nefis peynirli, ateş parçası pohoça alıp, çarşıda önceden gözüme kestirdiğim kahvehaneye kuruluyorum. Çaysız olmaz. Güneş daha yüzünü tam göstermemiş. Sadece aydınlığı dikkati çekiyor. İki çay içiyorum nefis pohoçalara eşlik etmesi için. Sabahın ilk yakıtı tamamdır. İki-üç tanesini de saklıyorum, ilerleyen kilometreler için.

Bozcaada sokaklarında bir saat kulesi.



Ada sokakları.







Adanın minik limanı ve balık lokantaları. Nasıl bir güzelliktir böyle..





Bozcaada Kalesi. İçerisini gezmeye henüz fırsatım olamadı. Oldukça bakımlı görünüyor.







Feribot kalkışına yaklaşık yarım saat kala araç girişi için feribotun rampaları indiriliyor. Bende heyecanla yerimi alabilmek için gemiye pedallıyorum. Gemiye teker deydirdir deydirmez gemi görevlisinin "ticket?" sözüyle irkiliyorum. "Biletim var" diyince görevli genç arkadaşın rengi değişiyor ve gülme moduna geçiyorum.

Gemi kalkıyor minik limandan. Beni Küçükkuyu yoluna yolcu edecek. Seyahatin ilk dakikalarında Amerikalı bir yoga öğretmeninin dikkatini çekiyorum. Kısa bir sohbetimiz oluyor.

Rüzgâr tüm gücüyle esiyor. Dalgalandırıyor Bıcır' ın bayrağını.

Dalgalan eyyy Bisiklet Turları bayrağı..







Scotty ve Bıcır yine ön saflarda.



Geyikli İskelesi' ne indikten sonra sıkıcı düz yolu takiben Geyikli merkeze varıyorum. Ufak bir ihtiyaç molasını takiben yola devam. Bir miktar yokuş çıkıyorum. Sonra inişler ve tekrar hafif çıkışlar. Rüzgâr anayola çıkıncaya kadar pek rahatsız etmiyor. Anayola kadarki yol temiz zeminli, geniş stabilize kaplamadan oluşuyor. Normalde plana göre Babakale yolundan Assos' a doğru devam etmem gerekiyordu ama Assos' u önceden gördüğümden ve yüklü bisikletle çıkmaya pek uygun olmayan diklikte uzun ve dik çıkışlara sahip olduğunu bildiğimden dolayı insiyatifimi kullanarak anayoldan Küçükkuyu' ya inmeye karar veriyorum.

Anayola kadar fazla trafik yoktu. Anayolda haliyle kamyon, TIR ve gurbetçi arabaları ağırlıklı trafik göz doldurmaya başladı. Rüzgârın esiş yönü, yanımdan geçen büyük araçların rüzgârlarını üzerime doğru yönlendirmesini sağlıyordu. Her kamyon, TIR geçişinde tokat gibi bir rüzgâr darbesi yiyordum. Ayvacık' ta başlayan kayda değer rampalara kadar rüzgâr mualefeti yaşandı.

Ayvacık sapağı yakınlarında bir benzincide soluklandım. Benzinci çıkışında yanımda koşturan gri renkli, aile boy bir köpeğin varlığını fark ettim. Çok ani gelişti. Köpeği zamanında görsem ona göre davranırdım ama olmadı. Pedala kuvvet. Karşı yönden bir araç geliyordu. O salako köpek yüzünden birde aracın biriyle burun buruna gelecektim. Yüklü romörkle depar atmak pek kolay değil. Neyseki eleman fazla ısrarcı olmadı. Bende olayın şokuyla kendimi aşağıdaki diğer bir benzinciye sallayıverdim. Köpek meğer yukarıdaki benzincinin köpeğiymiş. Benzincinin ne kadar medeni!, aklı başında!, insanları düşünen! biri olduğunu düşündüm. Köpeği madem azgın. Ya ona eş versinler, yada benzinliğin stratejik noktasının başına zincirlesinler.

Neyse.. Çıkışlar başlıyor. Çıkış ağırlıklı iniş çıkışların aşarken bir ağaç gölgesinde soluklanıyorum. Geldiğim yoldan gelen bir araç yanımda duruyor. Küçükkuyu yolunu soruyor bana. Bulunduğum yer abartısız olarak dağın başı, adam yol soracak adamı buldu :) "Yola devam edin" diyorum, "doğru yoldasınız". Çıkışın bir noktasında yolda ezilmiş, el büyüklüğünde bir bukalemun görüyorum. Doğal ortamında gördüğüm ilk bukalemunu ezik halde görmek içimi parçalıyor.

Tırmanışın inişi başlıyor. Dik, virajlı ve dar bir yol. Koyu bir çam ormanının içinden geçiyor. Kamyon ve TIR trafiği var. Emniyet şeridi yok gibi bir şey. Asfalt erimeye yüz tutmuş. Koca koca TIRlar oldukça iyi hızlarla, savrula savrula iniyorlar. Benimde arkamda yük var. Rotor çaplarım yükümün miktarına göre ufak kalıyor. Riske edemiyorum hızlı inmeyi. Erimek üzere olan asfaltta kayarım korkusu da var. Yavaş yavaş, 15-20 km/h hızlarla iniyorum. Aşırı ısınan rotorları soğutmak için arada bir duruyorum. Ellerim kasılmaya, ağrımaya başlıyor fren sıkmaktan. İniş molaları ellerim için de oldukça yararlı oluyor. Bisiklet boş, hava sıcaklığı normal olsaydı o inişi nasıl yapacağımı hayal ediyorum. Virajlarda bisikleti yatıra yatıra yüksek hızlarla nasıl da inerdim ama turu orada bitirmeye sebebiyet verecek bir hata yapmamak lazım. Yavaş ineyim ama turu sürdüreyim. Molalarımdan bazıları manzara noktalarına denk geliyor. İçim ferahlıyor. İçerisinden geçtiğim ormandaki oksijen fazlalığı beni sersemleştiriyor.

Nusratlı Subaşı mevkiinde çok uzun olmayan bir çıkış başlıyor. Çıkışın başında arkamdan gelen TIRcıya yol vermek için duraklıyorum. Bulgar plakalı TIRın şöförü sellektörle selam veriyor ve aracın içerisinden "haydi başarabilirsin" anlamında bir el hareketi yapıyor. Sağ ol Bulgar dostum.

İnişin ardından başlayan kısa gibi görünen rampa beni sıcak altında biraz zorluyor ama ardında etkili ve sürekli bir iniş saklıyordu. Bu yüzden emin pedallarla rampayı zorlamayı sürdürüyorum.

Bir süre sonra iniş tekrar başlıyor. Bu sefer önümde hiç bir çıkış olmaksızın beni Küçükkuyu' ya indirecekti. Daha da güzeli Dikili' ye kadar uzun bir çıkışım kalmamıştı.

İnişin en güzel manzaralarından birinde duruyorum. Bu manzara noktası zeytin v.s. satan tezgahlar tarafından doldurulmuş. Bisikletle görününce bir-iki "hello" lafı duyuyorum. "Aleykümhello" diye bağırınca sesler kesiliyor.

Buradan iki fotoğraf.





Ağır adımlarla riske girmeden, dinlene dinlene Küçükkuyu rampasını bitiriyorum. Çıkışını yapacak olsam inişimle arasında fazla zaman farkı olmazdı. "İniş ne zaman bitecek artık" diye söylendiğim zamanlar oldu. Yol daha geniş olsa sorun olmazdı fazla ama şehirlerarası yük ve yolcu trafiği olduğundan bu inişin bazı yerlerinde ürküntüler geliyor.

Küçükkuyu' ya indim. Karnım acıktı ama azıcık daha ilerlemek istiyorum. Altınoluk' ta yemek işini halletmeye karar verdim. Yol kenarındaki bir büfede maden suyu tükettikten sonra Altınoluk yoluna koyuluyorum. Altınoluk' a kadarki yola erik büyüklüğünde taneleri olan yeni stabilize malzeme atmışlar. Bende inişte depoladığım enerjimi düz yolda saçmaya başlıyorum. 25-30 km/h hızlarla gidiyorum. Kimi zaman zemine daha oturmamış gevşek stabilizenin sıkıntısını yaşıyorum. Arada bir ister istemez ufak zift birikintilerine girip biraz siyahlanıyorum. Yol kimi zaman denize sıfır gidiyor. Denize giren çocuklu aileler ve bilimum cinste halk göze çarpıyor. Bende onların gözüne çarpıyorum. Ben yanlarından geçerken dikkatlerini çektiğim, değişen seslerinden anlaşılıyor. Ortalıkta tam bir denize girme kokusu var. Deniz malzemeleri, güneş kremleri, bebe losyonları öyle bir koku salıyor ki plaj bölgelerinden geçişlerimde ortalık bunlarla kokuyor. Gözümü kapatarak gitsem deniz kenarından gittiğimi anlarım bu koku ortamından.

İri stabilize kaplanmış yolda yüksek ortalama ile gitmeye çalışmamın bedelini Akçay' da bir gün zorunlu olarak kalarak ödeyecektim.

Neyse.. Altınoluk' a geldim. Çay bahçelerinin olduğu yere indim. Uygun fiyatlı bir lokanta sordum. Aralarda bir yeri gösterdiler. Pek uygun fiyatlı bir yere benzemiyordu. İnsanların uygun fiyat anlayışına şaşıyorum. Salaş bir esnaf lokantası tarifi alabilmek için "bedavaya yemek yiyebileceğim bir yer arıyorum" mu demem lazım. Bulduğum yere razı olarak bisikletimi lokantanın bahçesinde gölgelik bir yere dayıyorum. Yanındaki masaya oturacağım daha sonra. Girdim içeriye. Self servis usulüyle çalışan ve fiyatları korktuğum kafdar pahalı olmayan bir lokanta çıktı. Sakin ve rahat bir ortamı var. Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz tepsiyi ediniyorum. Ödediğim fiyat 12-14 lira arası bir şeydi. Ailem sağ olsun, düzgün yemekler yemem için bana kredi kartlarından birini emanet etmişlerdi. Kendi bütçemle böyle bir sofrayı hayal bile edemezdim.



Yemekten sonra Altınoluk çarşısının içerisinden Akçay yönüne doğru hareket ediyorum. Ablamın koleksiyonu için bir hediyelikçiden Altınoluk temalı bir buzdolabı süsü alıp devam ediyorum. İleride pazar var. İnsanların şaşkın bakışları altında pazara giriyorum. Bir tezgahtan bir kaç tane muz alıp yola koyuluyorum. Yola koyulmamla birlikte sağ dizimde ağrı başlıyor. Ahh ahh.. Nereden çıktın diz ağrısı. Akşamki hedef Ayvalık idi. Bu gidişle Ayvalık şimdilik hayal olacak. Neyseki zemin düzeliyor. Karayolları sadece Küçükkuyu-Altınoluk arasını stabilizelemiş. Kaşınarak dizimi zorlamaya devam ediyorum. Gevşek olmayan zeminde kaptıra kaptıra gidiyorum. Kendimi Sapanca düzlüğünde 120 km/h ye çıkan bir lokomotifin markizindeymiş gibi hissediyorum. 30-40 km/h hızlarla yükle gitmek acayip keyif veriyor. Bir yerde duruyorum. Maden suyu takviyesi. Sonra devam. Yol kenarındaki birilerinden Akçay' daki TCDD kampının yerini öğreniyorum. Akçay' ın girişine geldiğimde sağ dizim pes ediyor. Geceyi Akçay' da geçirmem şart oluyor. Ağır bir tempoya girip TCDD kampını arıyorum. Normal koşullarda TCDD kampını ziyaret etmeyi planlıyordum. Sonra Ayvalık' a devam edecektim. Fakat TCDD kampındaki ziyaretim biraz uzun süreceğe benziyordu. Çünkü diz ağrım Ayvalık' a o gün devam etmeme izin vermiyordu. TCDD kampında gecelemem şart oldu. Kampı buldum. Hemen otoparkına giriş yaptım. Girişteki binada yetkili birini aradım ama doğru dürüst kimse yoktu. Bende Haydarpaşa' daki baş makinistlerden Haşim Beşik abimi aradım. Telefona oğlu Can kardeşim çıktı. İki saat önce kamptalarmış. Ne şanssızlık. Otobüsle Altınoluk' a geçmişler. Canımız sağ olsun. Bende kampta dolaşan, emekli demiryolculara benzeyen kişilere danıştım. Onlar beni danışma bürosundaki bayana yönlendirdiler. Bayan kamp müdürü Yücel Özkan Beyi aradı. Kendisi İzmirdeymiş. Durumumu anlattı. Daha sonra ahizeyi bana verdi. Anlaşılan ilk başta kampta ailesinden hiç bir demiryolcu bağı bile olmayan birisi olarak kalmama pek sıcak bakmıyordu. Telefonu elime aldığımda "Kocaeli Üniversitesi Fotoğraf Bölümü öğrencisiyim, Haydarpaşa personelinin fotoğraflarını çekiyorum, bisikletle İzmit' ten buraya geldim" diyince Yücel Beyin tavrı hemen değişiverdi. Kalacak bir yer edinme sözü aldım. Bisikleti otoparkta güvenli bir yere bıraktıktan sonra yürüyerek çarşıya alışverişe gittim. Yiyecek bir şeyler aldım. Bisikletin başında aldıklarımı tükettim. O sıralarda yanıma gelen 3. bölge demiryolcularıyla sohbet ettim. Yücel Bey akşama gelecekti. Uzun bir bekleme döneminin ardından hava karardığı saatlerde Yücel Beyle tanıştım. Bana kampın otel olarak kullanılan, deniz kıyısındaki bir yerini kalacak yer olarak gösterdiler. Bisikletimi alıp oraya gittim. Orada yazlık olarak çalışan, bir kaç genç arkadaş sohbet ediyorlardı. Hemen onlarla kaynaştım. İzmit' ten bisikletle geldiğimi söyleyince renkler değişiverdi :) Güzel bir sohbet ortamı doğdu. Gözüme oradaki şezlonglardan birini kestirmiştim bile. Sohbetin ileri safhalarında kamp müdürü de geldi. O' nunla da sohbet ettim. Amaçlarımdan söz ettim ve Ankara' da çektiğim bir demiryolu fotoğrafımı kendisine hediye ettim. Sohbetin ardından üzerine matımı ve tulumumu yaymak suretiyle ortamı uykuya hazır hale getirdim.

TCDD Akçay kampının girişi.



Kampın bahçesindeki model bir vagon. Gerçeğine tıpa tıp benziyor.



6. gün istatislikleri:

96.92 klm. / 641 klm toplam
14.4 km/h ort. / 40.8 km/h maks. Akçay' a gelirken hafif bir inişte.
3088 kalori.

-------------------------------------------------------------------------------------

7. Gün: 17 Haziran 2009 Çarşamba

Geceyi açık havada rahatça geçirdikten. Günün hedefi Ayvalık idi. Ayvalık' a erken gidip dinlenecektim. Personelle birlikte kahvaltı ettikten sonra toplanıp Ayvalık' a hareket ettim. Sahilde bir noktada kısacık bir dinlencem oldu. Ardından devam etmeye koyuldum ama La Route Tatil Köyü' nün önüne geldiğimde sağ dizim yeniden alarm vermeye başladı. Akçay' dan bugün de çıkamayacaktım.

Çevredeki birisine ortopedist sordum. İleride bir sağlık merkezini tarif etti. Bisikleti bir süre elde götürdükten sonra orayı buldum. Ama doktor şu an orada değilmiş. Çaresiz halde sağlık ocağı aradım. Sağlık ocağının yanındaki özel bir kliniğe danıştım. Pahalı olur dediler, benimle ilgilenmek istemediler. Sağlık ocağına girdim. sağlık karneme bir şeyler yazıp dizimi kontrol bile etmeden beni postaladılar. Edremit' teki devlet hastanesine gitmemi önerdiler. Bende kampa geri döndüm. Müdür şans ki kaldığım yerde buldum. Durumu anlattım ve hastaneye gideceğimi ve dinlenmek için bir gece daha kalmam gerektiğini söyledim. Sağ olsun bir geceye daha izin verdi. Bisikletimi bıraktım ve minibüsle Edremit' e gittim. Hastane Edremit' in dışında. Toplamda iki vasıta değiştirerek hastaneye vardım. Polikliniklerin girişine gittim ama danışman bayan durumumun acil olduğunu anlayınca acil servise gitmemi önerdi. Acile gittim. Tedavi ücreti yatırdım. Sözde devlet hastanesi, sağlık hizmetlerinin bedava olması gerekiyorken bir sürü para alıyorlar. Acil servis pek kalabalık değildi çok şükür. Durumu olumsuz, feryatvari modda olan bir kaç kişi vardı. Baş doktor gibi görünen beyfendinin başının boşalmasını bekledim. Başı boşalınca kendisine durumu anlattım. Sol arkadan ağrı kesici iğne vurdurtup röntgen çektirdi. Röntgen için ayrı para! 10 dakikaya kadar röntgen fotoğrafları elime ulaştı. Doktora gösterdim. Bir sorun olmadığını, aşırı fiziksel aktiviteye bağlı olarak doku zedelenmesi olabileceğini belirtti.

Daha sonra gerisin geri iki araçla Akçay' a geri dönüş. Akçay' a vardıktan sonra bir süpermarketten uzun bir baget ekmek, içecek ve üçgen peynir aldım. Ekmek fazla tuzlu değildi ama üçgen peynirle çok güzel bir yemek oldu. Tadı hâlâ damağımda.

Gece yattığım şezlong. Bisikletimi şezlongun arkasına çekerek güvenceye aldım.



Akçay sahilinden bir görüntü.



Hafif yemeğimin ardından gece yattığım şezlongda ayaklarımı uzatıp bir süre dinlendim. O sıralarda dün gece tanıştığım personel kardeşlerimle akşam yemeğinde buluşmak üzere sözleştim.

Akşamüstü oldu bile. Çevredeki iskelelerde onarım çalışmaları vardı. Durgun hava ve ters ışık ile birlikte fotoğrafçılık için cazip anlar oluşturuyordu.



Akşam yemeği zamanı geldi çattı. Sofra bu şekildeydi. Söyleyecek söz yok sanırım. İki çuprayı mideye indiriverdim. Ege' ye gelinir de balık yenmez mi.. Bana kampın imkanlarından yararlanmamı sağladığı için kamp müdürü Yücel Beye tekrar tekrar teşekkürlerimi sunuyorum.



Geceyi plajın yanındaki boş bir salonda yine şezlonga yatarak geçirdim. İçerisi nem nedeniyle tabiri caizse sırılsıklamdı. Nem yüzünden güçlükle uyudum. Dışarıda kuvvetli rüzgâr esiyordu. Ama havalandırma yetersiz olduğundan, içerideki nemi dağıtmaya yetmedi.

7. Gün bilgileri:

10.15 klm / 651 klm toplam
9.2 km/h ort. / 23.3 km/h maksimum
12 kalori

-------------------------------------------------------------------------------------

8. Gün: 18 Haziran 2009 Perşembe

Sabah rahat bir saatte uyanıp toplandım ve personelle kahvaltı ettim. Kahvaltıdan sonra, dün tanıştığım emekli demiryolcu Sakine Hanım' ın dikkatini sağ omzumdaki su toplaşmaları çekti. Uzun yıllardan beri kolsuz tişört giymemiş ve omuz bölgem uzun yıllardır bronzlaşmamıştı. Kısa bir sürede yoğun Güneş ışığına maruz kalınca hemen soyuldu. Soyulan bölge etkili Güneş ışınlarına maruz kalmayı sürdürünce kabarmalar oluştu. Aynı şey, saatimi taktığım sol bileğimde de gerçekleşti. Bu turda kol saatimi gidona takarak kullandım. Dolayısıyla sol el bileğim de uzun yıllardan beri yanmamıştı ve o bölgede de su toplaşmaları oldu. Sakine Hanım beni sağ olsun ki kampın revirine yönlendirdi. Oradaki şirin ablamız Güneş yanığı haline gelen yaralarımın sularını çekti ve pansuman yaptı.

Akçay' da bisiklet süren bir büyüğümüz. İlerlemiş yaşına rağmen bisiklet sürmeyi sürdürdüğü için kendisini tebrik ediyorum.



Güvenlik yeleğimin misafiri. Bisiklet, doğaya uyumlu bir ulaşım aracıdır.



Bana Akçay' da annelik yapan Sakine Hanım ve kızı. Sakine Hanım' a sevgi dolu davranışları için çok teşekkür ediyorum. Anneciğimin varlığını aratmadı.



Kamptan ayrılmadan önce Sakine Hanım beni yakınlardaki bir eczaneye yönlendiriyor. Sağ dizimdeki ağrı geçmiş görünüyor ama sağı solu belli olmaz. Ben destekleyici dizlik alma niyetindeyim. Eczacı bu tür dizlikleri Ayvalık' taki medikallerden bulabileceğimi belirtiyor. Bununla beraber ağrı yaşamamam için bir krem almamı tavsiye ediyor. Kremin adını yazamayacağım. Kremi diz bölgeme sabah-akşam ovalayarak sürmemi öneriyor.

Kamptaki arkadaşlarım benden öğle yemeğine kalmamı istiyorlar ama Ayvalık' a normal saatlerde varmak istiyorum ve kamp alanından ayrılıyorum. Bir kargo şubesine uğrayıp aileme fazlalık eşyalarımı yolluyorum. Ardından bir marketten mısır gevreği alıp güçleniyorum. Marketin önünde yere oturmuş atıştırıp günlük notları ajandama yazarken yoldan geçen amcanın biri "yaz kızım yaz" diyerek ajandamın üzerine şeker atıyor. Neye uğradığımı şaşırıyorum :)

Neyse.. Sahile paralel uzanan sakin bir arayolu kullanarak kestirmeden Ören' e çıkıyorum. Ören' den anayola. Rüzgâr arkamdan oldukça güzel estiğinden dizimi zorlamamama rağmen oldukça iyi bir ortalama ile gidiyorum. Kısa ama birazcık dik çıkışları rüzgârın sponsorluğu altında zorlanmadan atlatıyorum. Rüzgâr arkamdan öyle bir hızla esiyor ki, görünmez bir el beni rampaları çıkarken itiyor gibi oluyor. Yokuş yukarı pedal çevirmeme bile bazen gerek kalmayacak gibi oluyor.

Gömeç çıkşının bir kaç kilometre ötesine kadar yol kenarları ağır taşıt trafiği yüzünden eğri büğrü olmuş. Emniyet şeridini kullanmak zor oluyor. Bu yüzden arkamdan araç gelmediği anlarda mecburen araç şeridin ortasından gidiyorum. Arkamı kontrol etmeyi unuttuğum anlarda saygılı şöförler beni paniğe sürüklemeyecek şekilde, taciz etmeden, taciz kornası çalmadan geçiyorlar.

Ayvalık' a 15 km. kala, Gömeç çıkışındaki benzincide soluklanıyorum. Benzincideki lokantada çay soruyorum. "Yok" deniyor ama bana bir kaç dakika sonra özel olarak çay hazırlanıp ikram ediliyor.

Ayvalık' a gelirken son rampayı çıkarken beyaz bir jip korna çalarak yavaşlıyor ve emniyet şeridine geçiyor. Sürücüsü camı açıp benimle seyir halindeyken sohbet ediyor. İlk başta yolun sağında olan kendisiydi ve ben taşıt şeridinde tehlikeli bir konumdaydım. Daha sonra kendiliğinden hatasını anladı ve emniyet şeridini bana bırakıp benimle diğer camı açmak suretiyle sohbetine devam etti. Kendisi mühendis bir dağ bisikleti meraklısı olduğunu belirtti. İlgisini çekince yanıma gelmiş. Bende kendimden bahsettim. Böyle hoş karşılaşmalar hoşuma gidiyor.

Ayvalık' a geldim :) Saat 16.10



Şehre giriyorum. İlk hedef dizlik alabileceğim bir medikal bulmak. Arıyorum soruyorum ve bir ara sokakta olduğunu öğreniyorum. Kendimi insanlarla dolu bir sokakta kurulmuş bir pazarın içinde buluyorum. Romörklü bisikletle pazara girmenin ne derece uğraştırıcı bir şey olduğunu düşünmenizi isterim :) Bisikleti kalabalığın içerisinden mi geçirmeye uğraşıyorsunuz yoksa romörkün bayrak çubuğunun insanların gözüne girmemesi için mi uğraşıyorsunuz bilemiyorsunuz. Sözü edilen medikal gerçekten ara bir sokakta. Maalesef orada da tezgahlar var ve insan dolu. Değerli eşyalarımı aldıktan sonra bisikleti yakındaki simitçiye emanet ediyorum.

Medikale hemen giriyorum. Bana uygun bir dizlik öneriyorlar. Ne olur ne olmaz diye sağlam görünen sol dizim için de bir tane alıp ödemeyi yapıyorum. Bu iki dizlik aileme 40 liraya mal oldu. Bu arada dizlik diyorum ama normal koruyucu dizlikleri kastetmiyorum. Diz kapağını destekleyen mıknatıslı bir bandı bulunan bir tür dizlik.

Dizlik alışverişinin ardından ucuz bir lokanta buluyorum. Pilav üstü nohut, salata ve cacıka 5 lira veriyorum. Su, metal ibrikte servis ediliyor. Çay ise hediyeleri.

Yemek yerken İzmir-Fethiye turu yapmış bir büyüğümün dikkatini çekiyorum. Kendisiyle biraz sohbet ediyorum.

Yine yemek yerken beni yolda görenlerden biri "seni yolda gördük, ne çabuk geldin" diyor. Cevabım: "bisiklet sanıldığının aksine hızlı bir taşıttır" oluyor.

Yemekten sonra rotam Cunda Adası' na doğru gidiyor. Lale Adası girişinde bir genç "kolay gelsin, kalacak yer arıyorsan evim müsait" şeklinde sesleniyor ama tanımadığım kimsenin evinde kalamamama prensibime uygun hareket ederek devam ediyorum.



Cunda Adası' nın merkezine güney sahilinden giden yoldan ulaşmaya karar veriyorum. Yol boyu yazlıklarla çevrili ve çoğunun köpişi var. Cunda Adası' na gidecek olanlar kuzeyden giden yolu kullanırlarsa daha faydalı olur.

Ada merkezine varıyorum. Amacım geceyi burada geçirmek. Pansiyon arıyorum, fakat burada pansiyon adı altındaki konaklama yerleri butik otel. Gecelik fiyatları 50-60 liradan başlıyor. Resmen adam soyuyorlar. Cunda' nın ne özelliği varda bu kadar pahalı anlamıyorum. Pahalı olmasının sebebi tarihi evlerin olduğu bir yerde olmasıysa o kadarı İstanbul'da da var.

Fiyat sorduğum sözde pansiyonlardan birinden çıkarken sokağı fotoğraflıyorum. Bu sırada başka bir sözde pansiyonun önünde otlanan alkolik öküzün biri "burada fotoğraf çekemezsin, yarın seni buralarda görmeyim" diyor. Yorumu size bırakıyorum. Koca adanın sahibi alkoliğin teki. Adanın turizmine çok iyi katkıda bulunuyor.

Bu sıralarda adanın taş parçaları kaplı, tarihi sokaklarında pedal çevirerek ilerlemeye çalışmam sağ dizimin hassas olduğunu hatırlamama sebebiyet veriyor. Bisikleti alıyorum elime. Sokaklarda birbirlerini fotoğraflayan manken tipli bir grup genç kız var. Aralarından hiç bir şey olmamış gibi geçiyorum. Tepki de vermiyorlar.

Ada sokaklarından görüntüler.





Az önce sözünü ettiğim öküz, bu fotoğrafta görünen kafenin önünde otlanıyordu. Şükür ki saldırgan bir yapıda değilim. Şu an bu satırları yazarken sinirden dört köşe oluyorum.



Adadan iki fotoğraf daha.





Adanın taşlı sokaklarından ayrıldıktan sonra Scotty' i tekrardan binerek sürmeye başlıyorum. Dizimi zorlamadan Ayvalık merkezine geliyorum. Sıra pansiyon bulmada. Amacım Çamlık' a gitmek. Oraya gidiyorum. Ana caddede "Mavi Pansiyon" tabelasını görüyorum. Tabelayı takip edip ara sokaklara giriyorum. Pansiyonu buluyorum. Ortalıkta kimse yok ve biraz pahalı bir yer gibi görünüyor. Binanın zemin katında mutfak gibi görünen yerde bir bayanı görüyorum ve çağırıyorum. Kendisi bakıyormuş. Daha sonra anlaşıyoruz ve bisikleti bahçelerine indiriyoruz ve hafif eğimli beton zemin üzerinde sağlama alıyoruz.

Gecelik ücret kahvaltı dahil 30 lira. Akşam yemeği için 10 lira daha veriyorum. Pansiyon kayıt forumunu doldurdum. Bisikletle seyahat edince böyle bir formu doldurmak biraz eğlenceli oluyor :)

Mavi Pansiyon' un sitesi: http://www.mavipansiyon.com/mavi.aspx



Odama çıkmadan önce kirli çamaşırlarımı yıkayıp yıkayamayacaklarını soruyorum. Sağ olsunlar kabul ediyorlar. Bir torba kirli elbisem çamaşır makinesine tur yapmaya gidiyor. Sabahleyin kurumuş ve mis gibi olmuş halde bahçedeki askıdan toplayacaktım. Çamaşır yıkama için ekstra ücret almıyorlar.

Kaldığım kattaki ortak balkondan akşam manzarası.



Pansiyonda fazla kişi yok. Rahatça davranıyorum. Duş alıp rahatlıyor ve kendimi akşam yemeği modunda buluyorum.

Bu tabaktan iki tane yedim :) Pek lezizdi. Ellerine sağlık.



Benimle beraber başka konuklar da vardı. Sosyetik görünümlü bayanlar büyük bir grup oluşturuyor ve aralarında sohbetler ediyorlardı. Ertesi gün Midilli Adası ile ortaklaşa düzenlenecek kültürel bir aktivite varmış. Bunun sohbetleri filan ediliyordu. Bende pansiyon sahiplerine fotoğraf çeken birisi olduğumu anlatmış ve bazı fotoğraflarımı göstermiştim. Bir süre sonra pansiyon sahipleri benim fotoğrafçı olduğumu konuk bayanlara anlattılar ve aralarından sıyrılan bir bayan bana sürekli poz vermeye başladı. Eski bir foto-modelmiş. Heyecandan titreyerek bayanı fotoğraflamaya başlıyorum. Alışık değilim böyle pozlara :) Normalde bu fotoğrafları net çıkartırdım ama mazur görün artık :)

Fotoğraf çekimlerini yaparken foto-model bayana Ayvalık' a İzmit' ten bisikletle geldiğimi aksettirince gürültü koptu :) "Biliyormusun Berk buraya bisikletle gelmiş" filan durumları.



Bir süre bayan grubuyla takıldıktan sonra odama çıkıp rahat bir uyku çektim.

Odam.





8. gün bilgileri:

69.71 klm. / 720 klm toplam.
15.2 km/h ort. / 41.1 km/h maks.
1500 kalori

-------------------------------------------------------------------------------------

9. Gün: 19 Haziran 2009 Cuma

Turun her gününde olduğu gibi güzel bir havada uyanıyorum.

Balkondaki manzara gündüz modunda.





Pansiyonun bahçesinden bir görünüm.



Bahçedeki bir masayı süsleyen kurutulmuş enginarlar.



Pansiyonun fotoğrafı.



Scotty' nin Bıcır ile gecelediği yer.



Kahvaltımı edip vedalaşıyorum ve ailemle tekrar gelme sözü veriyorum.

Sakin bir yol ortamında Altınova' ya ulaşıyorum. Rüzgâr dünkü kadar etkili değil. Rahat bir şekilde yol alıyorum. Altınova plajlarının yanından geçerken tipik plaj kokusu burnumu okşuyor :)

İzmir il sınırı :) Çok şükür buralara kadar geldim.



Scotty 'im benim İzmir' e de gelirrrmiş...



Dikili' ye 8 kilometre kala Kabakum Köyü' nde madensuyu molası veriyorum ve Dikili-Çandarlı güzergahı hakkında bilgiler alıyorum. Ardından tatlı bir yolu takiben Dikili' ye giriyorum. Burada internet molası. Hafıza kartlarımda biriken fotoğrafları harici hard diskime aktarmam gerekiyor.

Yaklaşık bir saatlik molanın ardından yola devam ediyorum. Tatlı sert bir çıkış beni bekliyor. Rahatça çıkıyorum. Çandarlı yolunu pek beğeniyorum. Fazla trafiği yok. Tam bisikletlik. Yolun bozulan bir kısmı onarıldığı için trafik tek şeritten tek yön olarak bekliyor. Başında da işaretçi. Beni de bir süre bekletiyorlar. Sonra izin veriliyor. Yokuşun tepesinde bir çeşme başı var. Bir ablamız kendi ürünleri olan yöresel ürünleri satıyor. Suluklarımı dolduruyorum ve devam ediyorum.

Çandarlı yolunda volkan konileri var. Uzaktan çok güzel görünüyorlar. Bir gün yanlarına gidip incelemeyi arzu ediyorum.



Çandarlı sahili hatıraları.





Çandarlı' dan İzmir istikametine doğru devam ediyorum. Zemin çok pütürlü. Sağ dizimdeki ağrı nüksetmesin diye yavaş gidiyorum. Kenardaki bir kayısı ağacına dayanamayarak duruyorum. Bisikleti yolun kenarına yatıyorum. Bir kaç araç geçtikten ve bir kaç kayısı topladıktan sonra korna sesiyle irkiliyorum. Meğerki Bıcır' ın bayrağı şeridin çoğunu kaplamış. Korna çalmayan diğer saygılı ve dikkatli şöförler bayrağımı biçmemişler. Bende sorun olmasın diye kayısı sefamı yarıda kesip günün finali olarak belirlediğim Yeni Şakran' a devam ediyorum. Bakırçay KÖprüsü' ne yaklaşırken yol kenarında çekim yapan bir çift fotoğrafçıyla selamlaşıyorum.

Sıra Bakırçay' a geliyor. Bu turda lisedeki coğrafya derslerimin baş tacı olmuş nehirleri görüntülemeyi de amaç güttüm. Bakırçay' da bu nehirlerden biri.

Buyrun bakın Bakırçay' a.





Bakırçay ile ilgilendikten sonra rüzgâr mualefeti yaşamaya devam ediyorum. Özellikle anayola çıkınca. TIR ve kamyon rüzgârları beni sallamaya başlıyor. Neyseki sağ salimen Yeni Şakran' a yaklaşıyorum.

Yeni Şakran manzarası.



Manzaranın fotoğraflarını çekerken "hölölülülölö" diye bağıran motorlu insan türleri.



Kasabaya iniyorum. Bir-iki benzinciye çadır kurabilirmiyim diye soruyorum. Ama uygun değiller. Sonra kasabanın çarşısına geçiyorum. Orada jandarmayı bulup yer danışıyorum. Yetkili bir asker bana belediyeye gitmemi önerdi. Jandarmanın yanında kahvehane vardı. Karşısında da market. Markete geçip akşamlık bir şeyler alıyorum. Kahvehaneden gönderilen ikram çayla beraber çevredekilerle sohbet edip belediyeyi buluyorum. Sabaha kadar belediye binasının yan tarafındaki banklarda kalmama izin veriliyor. Sivrisineklerin tacizi altında rahatsız bir gece beni bekliyor. Belediye binası içindeki bir masada akşam yemeğimi yiyorum ve belediye bekçisiyle sohbet ediyorum. Bekçi abimiz bana beldeyi tanıtıyor ve beldeyi taıtan bir kitapçığı hediye ediyor. Ardından yatağımı hazırlıyorum ve sivrisineklerin konukseverlikleri altında rahatsız bir uyku çekiyorum.

Yenişakran Belediyesi çalışanlarına teşekkür ediyorum.



9. gün bilgileri:

Ayvalık' tan 10.30' da çıkış, Yenişakran Belediyesi' ne 20.30' da varış.

81.08 klm / 801 klm toplam
14.8 klm ort. / 41.8 klm maks.
1813 kalori

-------------------------------------------------------------------------------------

10. Gün: 20 Haziran 2009 Cumartesi

03.23' te kalkıp, bir baton keki kahvaltı niyetine yememin ardından 04.26' da yola çıkış. Uyuduğum süre içerisinde sivrisinek mualefetine sıktığım sprey sinek ilacı sayesinde reklam arası verdirmek suretiyle bir miktar da olsa rûya görebilmiştim.

Aliağa' ya kadar köpek tacizi yaşamadım. Aliağa' ya günün ilk aydınlanmalarıyla vardığımda Aliağalı köpeklerin konukseverlikleri ile karşılaştım. Karşılama komitesi beni bekliyormuş meğer :)

Yol rahat. Şehirler ve uluslararası yolcu ve yük trafiği bu saatlerde düşük yoğunlukta devam ediyor. Trafik açısından rahatsız edici bir durum olmuyor.

Aliağa' yı tehlikeli bir yer sanıyordum ama çok ta kötü değilmiş. Merkezinden rahat geçtim. Çıkışındaki rampayı bir solukta rahatça tırmandım. O sıralarda bir bisiklet dostu beni görmüş ama sabah mamurluğundan olsa gerek yanıma gelememiş. Canı sağ olsun. Bir dahaki sefere inşallah.

Aliağa rampasının inişi beni Biçerova deponun yanına indiriyor. Hatıra fotoğrafı çekmemek yanlış olurdu. Bandırma' dan beri ilk kez demiryolu, İzmit' ten beri ilk kez tren görüyorum.



Meşhur Gediz Nehri' ne geldim. Araçlar köprüden geçerken köprü bayağı sallanıyordu.



Gediz Nehri sandığımdan daha cılız çıktı.



Menemen Garı. Menemen' den geçerken menemen yemeğinin isminin teleffuz edildiği bir tabela göremedim.



İzmir' e yaklaşırken anayola 20 metre kadar uzaklıkta bu lokomotifi gördüm. İzmit' ten beri trenlere yaklaşamamıştım. Uzaklardaki bir sevenimle karşılaşmam gibi bir heyecan duyarak lokomotifin yanında bitiverdim. 33071 Uşak trenini çekecekti. Makinisti Muammer Sadıç ile birazcık muhabbet ettim. Çok sıcakkanlı bir büyüğüm.





İzmirrrr İzmmmiiiirrrrr........... Güzel İzmirrrrrr.. Sonunda.. Çok şükür geldim. Bu fotoğrafı çektikten sonra yüklü olan Scotty & Bıcır ikilisini sevinçten öyle bir hızlandırdım ki ani ivmelenmeden dolayı seleye yapıştım resmen.



Yolun ileri çığırları İzmir' in mücavir alanlarından geçiyor. Yerleşim alanları ve şehiriçi trafiği başladı. İki-üç tane battı çıktı türü tünelden geçiyorum. Trafikte sıkıntı yaşamaksızın Alsancak' a giriyorum. İzmir' e de bisikletle geldim ya.. Daha ne isterim.. Önce Antalya' ya gitmeyi, oradan da evime, İzmit' e dönmeyi :)



Benim için İzmir' in merkezi. Pasaport İskelesi. İzmir' in şehir merkezine, kordon boyuna hayatımda ilk kez geliyorum. O da bisikletle oluyor çok şükür.



Dipnot olarak belirteyim, Yenişakran-Pasaport İskelesi arası 4 saat sürdü.

Karşıyaka' da oturan okul arkadaşım Çağatay Titiz' i beklemeye başlıyorum. Biraz hızlı geldiğimden Çağatay beni Karşıyaka' da kaçırdı. Kaçan treni gemiyle yakalıyor :)

Sevgili Çağatay kardeşim geldi. Hemde çeke çeke :)



Çağatay bana gevrek ve çay ısmarladı. Konukseverliğini gösterdi. Sonra biraz beni fotoğrafladı. İşi olduğundan kısa süre sonra yanımdan ayrıldı.

Tek başıma kaldıktan sonra Konak' taki Sundu Bisikleti araştırdım ve buldum ama Sirkeci' deki toptan bisiklet satan sıradan mağazalardan farkı olmadığını anlayınca sahile geri dönüp buluşacağım İzmirli demiryolu meraklısı büyüğüm Ahmet Besim Çavuşoğlu' nu beklemeye başladım. Beni arayınca Konak Meydanı'na geçtim. Sonra orada buluştuk. Çay içmek için bir yere oturduğumuz sırada Bıcır' ın lastiği indi. Çay içmeden önce lastiği tamir etmeksizin şişirdim ve sohbetle beraber çaylarımızı yudumladık.



Saat Kulesi' nin önüne geldiğimizde lastiğin havası tekrar indi. İzmir' in güzelliklerine küçücük lastiğinin yüreği dayanamadı anlaşılan. Fotoğraf çekilmeden evvel İzmir' in en güzel köşesinde lastik tamiri yaptım. Scotty & Bıcır ikilisini sağlam gibi görünen metal bir çöp kutusuna dayamıştım. Çöp kutusu imbata ve ikilinin ağırlığına dayanamayarak bisikletle beraber gürültüyle devriliverdi. Kendimi gülmekten alamadım :D

Tamir yapıldı. Tekerlek, yerine montelendi ve fotoğraf çekilmeye hazır hale geldim :)



Fotoğrafın ardından diğer bir İzmirli demiryolu sevdalısı büyüğüm olan Orhan Berend ile tanışmak için Karşıyaka' ya geçtik. Romörklü bisikleti vapura bindirmek kolay değilmiş.



Karşıyaka' da bir çay bahçesine oturup uzun uzun demiryolu konuştuk.

Soldaki Orhan Berend, sağdaki Ahmet Besim Çavuşoğlu. Kendilerine beni ağırladıkları için çok teşekkür ediyorum.



Orhan Berend ile Karşıyaka' da vedalaştım. Ardından Ahmet Besim Çavuşoğlu ile vapurla Konak' a geri döndük. Ahmet Besim Çavuşoğlu ile Konak İskelesi' nde vedalaştıktan sonra Üçkuyular tarafındaki Doruk Bisiklet' e doğru yola koyuldum. İmbat mualefeti nedeniyle güç bela ilerledim.

Kısa bir sorma soruşturma safhasının ardından kendilerini buldum. Benim arka göbek sallantılıydı. Göbeğin bilyelerini yenilediler ve güzelce temizleyip yağladılar. Bir sürü uğraştıcı işlem uyguladılar ama göstermelik bir ücret aldılar. Kendilerine destekleri, maddi amaç gütmeyen davranışları sebebiyle çok teşekkür ediyorum.

Doruk Bisiklet hatırası.



Göbek bakımı yapılırken.



Doruk Bisiklet' ten ayrıldıktan sonra sınıf arkadaşlarımdan Zümre' nin Üçkuyular' daki ailesine giderek bu ve ondan sonraki geceyi orada geçirdim.

10. gün bilgileri:

87.70 klm / 889 klm toplam
16.8 km/h ort. - Yenişakran-İzmir ortalaması 21.7 km/h (72 klm)
43.8 km/h maksimum (Çiğli' deki battı çıktı tünelde)
1584 kalori

-------------------------------------------------------------------------------------

11. Gün: 21 Haziran 2009 Pazar

Zümre' nin annesinin hazırladığı sabah kahvaltısının ardından Zümre' nin kardeşleriyle otobüsle Yeşildere' deki bit pazarına gittim. Müzik aleti çalmamama rağmen 2 liraya mini bir dabruka aldım. Oradan sonra Üçkuyular' daki bir yapımarkete geçip kurulması kolay olan yeni bir çadır aldım. Eski çadırımı ertesi gün diğer fazlalıklarla Kuşadası' ndan evime kargolayacaktım. Çadır alışından sonra yoldaki bir pazara uğrayıp muz aldım. 500 metrelik yürüyüş sırasında 1 kilo muzu ortadan kaldırdım. Eve varınca bisikleti sabah için hazır hale getirdikten sonra Zümre' nin evinde dinlenmeye çekildim.

Yeşildere' de evlerin arasında kataner hattı göze çarpıyor.



Bir yamaca güzel bir Atatürk heykeli yapmışlar. Yapanların ellerine sağlık.



11. günde bisiklet sürüşüm olmadı.

Zümre ve ailesine konukseverlikleri için çok teşekkür ediyorum.

4 yorum:

  1. Sevgili Berk,
    Bu güzel gezini keyifle takip ediyoruz. Ayrıntısı ile okuyup, fotoğraflarına ayrıntısı ile bakıyorum. Ellerine ve ayaklarına sağlık...

    Devamını beklediğimizi bilmeni isterim...

    Sevgiler...

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Berk.

    Eski bir demiryolcu cocugu ve uzun yol sevdalisi olarak gezini ilgiyle takip ediyorum.

    Haa bilmem hatirlarmisin Yesil Bisiklette Scot'una senden once dokunmustum:)

    Selamlar.

    Ahmet Mumcu

    www.mumju.com

    YanıtlaSil
  3. Selam Berk,
    Güzel anlatımını ve fotoğraflarını ilgiyle ve zevkle takip ediyorum.
    Böyle bir macera ancak bisikletle mümkün sanırım.
    Görüşürüz...
    Yolun açık olsun...

    YanıtlaSil
  4. Değerli abilerim sizler gibi bisiklet dostlarına ne kadar teşekkür etsem azdır. Sizlerin manevi desteği sayesinde büyük bir itici güç kazandım ve çok şükür kazasız belasız turu başarıyla tamamladım.

    Berk

    YanıtlaSil

Bu blog sayfasındaki tüm yazılı ve görsel materyallerin (sponsor ve kardeş site bağlantı logo ve yazıları ile gazete küpürleri hariç) telif hakları Bâki Berk Kayalar' a aittir. Kullanmak istediğiniz görsel ve yazılı materyal için baymineral@gmail.com adresinden Bâki Berk Kayalar' a ulaşabilirsiniz.

Saygılarımla.