Bisiklet turlarimin finansmani icin sanatsal olan fotograflarimin telif haklarini satisa cikarmaya karar verdim. Ilgilenen olursa sayfanin ozel mesaj butonundan veya baymineral@gmail.com adresinden satin almak istedikleri fotograflarin linkleri ve fiyat teklifleriyle birlikte bana ulasabilirler. - Baki Berk Kayalar

11 Kasım 2010 Perşembe

İtalya Turu 4. Anlatım: Forli-Floransa (03-04.08.2010)

İtalya Turu 1. Bölüm - 4. Anlatım: Forli-Floransa

13.Gün: 03.08.2010 Salı

Forli' de gün erken başlıyor. Gece benden çok daha geç yatan izciler, benden çok daha erken kalkıyorlar ve sabahın 5 inde onların gürültüleriyle uyanıyorum. Ben uyanınca "uyu sen uyu" diyorlar. Fakat uyanmışım bir kere. Yola çıkmak için uygun zamana 1 saat kadar var.

Zorlu ve uzun geçecek bir güne başlıyorum.Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte ayaklanıyorum.

Geceyi geçirdiğim çekyat benzeri mobilya.


Scotty, Bıcır' la birlikte burada kaldı.


Hazırlanmaya başladığım sıralarda ayin yapılıyordu sanırım. Hazırlıklarımı tamamlayıp, bisikletimi hemen dışarı çıkartıyorum. Beni ağırlayan papaz büyüğümü arıyorum, ama bulamıyorum. Onun yerine başka bir din görevlisi genç arkadaşımıza her şey için teşekkür ediyorum.

Bir şeyler atıştırdıktan sonra yola çıkma vakti.

Benimkiler yola hazır.


Kilisenin dışarıdan görünümü. Kilise bahçesi demiryoluna cepheliydi. Fakat çok fazla ağaç olduğundan, trenleri pek göremiyordum. Yinede tren sesleriyle uyumak çok hoş oldu.


Forli' ye dün vardığımda Floransa yolunu gösteren otoyol işaretli tabelalar vardı ve beni bayağı bir ürkütmüştü. Neyseki gideceğim güzergahın otoyol olmadığına emin oluyorum. SS 67 numaralı karayolunu kolayca buluyorum. Hoşça kal güzel ve misafirperver şehir Forli.

Forli' den çıkıyorum. Antreman yapan yol bisikletçileriyle aynı güzergahtayım. Fotoğrafın çekildiği yer San Varano olmalı. İtalya' nın bu bölgesinde hemen hemen her kasabada gezinti amaçlı bisiklet yolları var. Fakat ulaşım amaçlı olmadıklarından bana göre değiller. Çünkü şehir içlerindeki bisiklet yollarına girdiğinizde (yola paralel olsa bile) anayoldaki tabelaları kaçırıp, yolunuzu kolayca şaşırabiliyorsunuz. Bisiklet yolundan gitmeyince size kimse bir şey demiyor.


Modern tarım örneklerinden birisi. Bu fotoğrafı çevreci tarım denemeleri yapan teyzemler için çektim.
Sanırım doluya yada dona karşı önlem amaçlı yapılmış bir sistem.


Bisikletçiler gruplar halinde geçip gidiyor.


Floransa yolu harika başladı. Düz yol ağırlıklı gidiyor şimdilik.


Rovere' de bir kahvaltı molası. Kahvaltı molasını vermeden önce bir kamyon arkamda sabırla beni bekliyordu. Yol müsait olmadığı için sollayamıyordu. Türkiye' de olsa bir kamyoncu hem kendini, hemde beni riske atıp sollardı.

Tipik İtalyan kahvaltılarından birisini ediyorum. İtalyanların evlerinde dahi bizim gibi çeşitli maüllerden oluşan sofralar kurmadıklarına tanık oluyorum. Türk kültürüne çok benzeyen Sicilya kültüründe dahi bizim gibi bir kahvaltı kültürü göremiyorum şimdilik. Fotoğraftaki fincanda espresso kahvesi bulunuyor. 0.90 Avro. Yanında bir bardak su veriyorlar. Niye su verdiklerini espressoyu tadınca anlıyorum. Hayatımda bu kadar sert bir kahve içmemiştim. Küçük fincanın yaklaşık üçte biri espresso ile dolduruldu. O kadarını bile zor içiyorum. Espressonun yanındaki unlu mamüller çok daha güzel geliyor. Ama etkili ve sürekli bir yokuş dizisini aşarak Floransa' ya gidecek bir bisikletçiye bu kadar yiyecek anca tadımlık olur :)


Kahvaltı molası verdiğim kafe. Burası (Rovere) normalde köy. Fakat İtalya' da bizdekiler gibi köy kahvesi bulmak imkansıza yakın. İtalya'daki hemen her köy kafesinde bizdeki lüks otel barlarını aratmayan içki barları var. İçki severlerin gözleri döner valla :)


Rovere çıkışında yol ayrımı. Floransa' ya bayağı yolum var. Yolda ne merhaleler geçirecektim.


Yolun başlarındaki düzlük kısımları otoyol standartlarına yakın yapılmış gidişli gelişli bir asfalt yoldan ibaret. Çok sayıda viyadükten geçiyorum. Yola giriş çıkışlar sınırlı olduğundan oldukça güvenli.


Yeşillikler arasından tatlı tatlı çıkıyorum.


Dovadola girişinde, yolun sağındaki kaya oluşumları ilgimi çekiyor.


Dovadola kasabası.


İtalya sınırları içerisinde geçtiğim ilk tünel.


Meşhur türkülerden olan "Dovadola sokaklarıııııı" nı mırıldanırken.


Dovadola hoş, sakin bir kasaba. Ufak bir tuvalet molası vermiş bulunuyorum. Biraz bakınıp bir sonraki durağım olacak olan Rocca San Casciano kasabasına doğru pedal çevirmeye başlıyorum.

Üzerinden geçtiğim tarihi bir köprü.


Üstteki fotoğrafın çekildiği yerin ön tarafı.



Rocca San Casciano' ya yaklaşırken kısa bir iniş oluyor. İnişin sonunda bir kaç yüz metrelik bir viyadük vardı.

Rocca San Casciano kasabasından bir görüntü.


Kasabadan başka bir görüntü. Hoş bir göbek.


Rocca San Casciano' da yaklaşık 1 saat oyalanıyorum. Uğradığım bir çiçekçiden teyzemlere tohum, bir manavdan ise, nektarin ve teyzemler için tohum olsun diye bir kaç değişik biber türü ediniyorum. Annemler bir para gönderme şirketi aracılığıyla bana para göndermişlerdi. O parayı almak için banka arıyorum, ama bulduğum bankalar, para gönderme şirketinin bayisi olan, kırtasiyeci-bakkal karışımı bir mağazaya yönlendiriyorlar. Fakat o mağazanın elemanı bu konularda bayağı acemi anlaşılan. Bir türlü işlemimi yapamıyor ve vazgeçiyorum. Şifremi yazdığım kağıdı orada bırakma hatasında bulununca ilerleyen saatlerde soğuk terler döküyorum. Ailemle hararetli telefon görüşmeleri ediliyor, neyseki adam gerçekten acemi çıkıyor ve paraya dokunulmuyor çok şükür. Parayı iki gün sonra Floransa' da bir bankadan rahatça alacaktım.

Kasabanın sokaklarından birisi.


Kasabanın ortasından Montone Irmağı geçiyor.



Kasaba meydanı.


Rocca San Casciano' dan Floransa yoluna tekrar çıkmak için yol tabelalarına güvenince yanlış istikamete, yolumla çok alakasız bir yol olan Centoforche Geçidi' ne yöneliyorum. Neyseki hata yaptığımı öğrendiğimde fazla geç kalmamış oluyorum.

Her işte bir hayır vardır. Yanlış yöne sapmasaydım kasabanın bu fotoğrafını çekemezdim.Bu fotoğrafı çektikten bir kaç yüz metre sonra geri dönüyorum.


Rocca San Casciano' ya iniş yaparken göğsüme bir arı isabet ediyor. Arıcık beni sokmuş bulunuyor. Soktuğu nokta tehlikeli bir yöre. Kalbimin yakınları olduğundan hemen duruyorum ve amonyağımı çıkarıp oraya tatbik ediyorum. Siz siz olun, kısa yada uzun olsun, bir bisiklet turuna, doğa yürüyüşüne çıkarken yanınızda mutlaka amonyak bulundurun. Amonyak, arı ve zehirli balık sokmalarına karşı ideal bir madde. Olası bir arı, zehirli balık sokmasında yanınızda amonyak yoksa, oraya afedersiniz ama işemekten kaçınmayın. Neyse.. Neticede amonyak işe yarıyor ve beni koruyor.

Arı mualefetinden sonra kentten son kez ayrılıyorum. Yolun kenarındaki bir çiftlikte bir at karnını doyuruyor.


Trafiği az olan, hoş bir parkur. Şimdilik çıkış ağırlıklı olacak şekilde hafif iniş ve çıkışlar hüküm sürüyor.


Bisikletçi trafiği halen var. Hava bulutlanmaya başladı.


Çıkış ağırlıklı olmasına rağmen doyumsuz bir yol.


Bu noktada fotoğraf çekmek için durduğum sırada Scotty ve Bıcır' ın kontrolünü kaybediyorum ve makas oluyorlar. Kaza filan değil, yanlış anlaşılmasın. Sadece romörkle esas bisiklet sıkışma pozisyonu alıp hafifçe yan yatıyorlar ve bana zorluk çıkarıyorlar. Scotty ve Bıcır' ı elimle ileriye doğru elimle iterek düzeltmeye çalışıyorum, ama düzeltmekte zorlanıyorum. Bir aracın sürücüsü "sorun var mı" diye duruyor. Neyseki fazla uzun sürmüyor.


Bir önceki fotoğrafın çekildiği yerin az ilerisinde Portico di Romagna köyü var. İnsanlar zaten güzel olan evlerini daha da güzelleştirmişler. Masal kasabalardan birisi.


Esas yokuş başlıyor. Hava tamamen kapadı. Yağmur çiselemeye başlayacak. Yokuşu ağır ağır çıkıyorum. Çok keyifli bir yokuş. Kendimi Giro d'Italia' da yarışıyormuş gibi hissediyorum. Üstümde uçuştuğunu sandığım televizyon helikopterini arıyorum, ama yarışta olmadığımı kendime zorlukla inandırıyorum. Beğenerek ve imrenerek izlediğimiz İtalya Turu parkurlarından birisindeyim çünkü. Bu yol mutlaka Giro d' Italia görmüştür. Öyle bir yol çünkü. Rûyaların, masal diyarlarının içindeyim. Bu yoldan eminimki arabayla yada otobüsle geçsem bu kadar keyif almazdım. Havanın kapalı ve yağmura gebe oluşu, parkurdan aldığım keyfi arttırıyor. Tek başına yarışıyorum sanki. Arada sırada, virajlı yolları seven tur motorcuları geçiyor.


San Benedetto in Alpe köyüne varıyorum. Buraya varmadan bir kaç kilometre önce yağmur başlıyor. Islanmaktan korkarak değerli eşyalarımı torbalara sararak korumaya alıyor ve dua ediyorum. Yağmurun nispeten hızlandığı anlarda ağaç altlarında duraklıyorum. Elektrikli bir hava olmadığından ağaç altları güvenli. Bugün fazla ıslanmamam lazım. Ne olur ne olmaz diye burada gecelemenin düşüncesini aklımdan geçiriyorum. Tur planlarımı olası hava mualefetlerine ve diğer olası sorunlara göre yaptığım için beklenmedik bir yerde 1 gece kalmak turun gidişatında önemli bir soruna yol açmaz.

San Benedetto in Alpe köyünden görüntüler. Buradaki bir kafede mola veriyorum. Bir kahve içiyor ve ekmek + üçgen peynir ikilisini konuşturuyorum. Ayrıca bu kafede atık pil kutusu var. Taaa İzmit' ten beri yanımda olan bitik bir CR 2032 pilim buradaki atık pil kutusuna gidiyor.



San Benedetto in Alpe köyünden yukarıya doğru. Bu köyde kamping vardı. Ama havanın yağmur yağdırmaktan vazgeçeceğini hissettiğimden devam ediyorum.


SS (Strada Stradele) 67 numaralı karayolunun yeşilli güzellikleri devam ediyor.



Geçidin zirvesine bir kaç kilometre kala Toscana sınırlarına giriyorum. Kalan bir kaç kilometre zorlu olacaktı.



Geçidin zirvesi bir türlü görünmek bilmiyor. Bir kaç saç tokası virajından (hair pin turn) dönüyorum ve zirveye yaklaşıyorum.


Geride bıraktığım yola bayağı yukarıdan bakıyorum. Trafik yok denecek kadar az.



Geçidin zirvesine yaklaştığımı artan karşı rüzgârdan anlıyorum. Zirveye vardım. Zafer benimdir. Appeninlerin zirvelerinden birisindeyim. Ne mutlu bisikletçiyim diyene :) Turun tamamı boyunca çıktığım en yüksek nokta (ara gidiş gelişlerdeki uçak yolculuklarında çıkacağım 11300 metre dolayları hariç)


Bu geçit, bisikletçiler başta olmak üzere iki teker tutkunlarının odak noktası olmuş belli ki. Bende kendi çıkartmalarımı yapıştırıyorum.


Zirveden bir görünüm. Sol taraftaki kafeye girmeye karar veriyorum. Kendime bir şey ısmarlamam lazım, ödül olarak.


Kendime zafer ödülüm bu oluyor. Çikolatalı turta ile sütlü kahve (cafe con latte). Büyük bir keyifle ödülümü süpürüyorum :)


Geçit kafesinden hatıra çıkartmaları hediye olarak aldıktan sonra yola devam etmek istiyorum. Fakat 40 metre kadar ilerledikten sonra arka lastiğimin inik olduğunu fark ediyor ve kafeye geri dönüyorum. Arka lastiğim geçidin heyecanına dayanamadı galiba. :(

Kafede Bıcır' ı ayırıp, Scotty' nın arka lastiğini hızla tamir ediyor ve mandalı sıkıyorum yapılması gerektiğin gibi. O sırada kafenin görevlisi arkadaşımız, bir bayanla yardıma ihtiyacım olup olmadığını soruyorlar ve sıkmaya başladığım mandal büyük bir gürültüyle patlıyor. Patlıyor diyorum, çünkü kırılmadan ziyade patlama şekilde mil kopuyor. Milin parçaları bir kaç yere uçuyor :) İstifimi bozmadan "no problem" diyorum. Parçaları toplayıp, Bıcır' daki yedek millerden birini takıyorum hemen. Bıcır' ın yükünü de toplayıp kafe görevlilerine teşekkür edip, onlarla vedalaşıyorum.

Geçidin Floransa tarafındaki (batı tarafındaki) manzarası.


Birazdan ineceğim dik ve bol virajlı iniş.


İnişte mola vermiyorum. Çok güzel kasabalardan geçiyorum. Hızım 45 km/h' den daha yüksek olmuyor.

Dicomano' da demiryoluyla tekrar buluşuyorum ama kasabada duruşum yok. Bu hatta dizel bölgesel trenler çalışıyor.



Hoş bir vadi yolu.


İleride demiryolu köprüsü.


Pontassieve kasabasına girmeden önce bisiklete yasak yol kabusu yaşıyorum yine. Kasabanın girişinde yol ikiye ayrılıyor. Ben sola sapıyorum, fakat bisiklet giremez işaretli olan kısma giriyorum. Bir kısa tünelden geçiyorum (200 küsür metrelik) sonrasında bir tünel daha karşıma çıkınca ters yönden ilk sapağa yöneliyorum. Başımı İtalyan polisleriyle sıkıntıya sokmamak için. O zamanlarda bisikletçilere yasak yollar konusunda acemiydim :( İkinci tünelin uzunluğu da 500 metreden fazla değildi sanırım. Ama gidiş geliş yol olmasına rağmen İtalyanlar yasak demişler.

Kasabaya 49 km/h yaptığım bir inişle giriyorum. Bir market arıyorum. Güneş yatmaya başladı, acilen karnımı doyurup devam etmem, ve Floransa' ya varmam lazım. Floransa yolunu tekrar yakalıyorum bu arada. Şehir içine girdiğimde yolumu kaybetmiştim.

Bu manzara karşıma çıkınca yol üstü molası veriyorum. Yanımdaki gıdalarla apar topar besleniyorum. Fakat beni olumsuz bir süpriz bekliyor. Passo del Muraglione' de patlayan arka lastiğim yine inmiş. Bisikletimi müsait bir kaldırıma çekip yarım saat içinde iç lastiği değiştiriyorum. İnsanlar meraklı meraklı bakıyor. Floransa' ya sadece 20 kilometre kaldı, ama stresli olacağa benziyor.


Lastik onarımından sonra hemen yola çıkıyorum. Floransa anayoluna tekrar kavuşuyorum. Uzun bir viyadükten geçiyorum otoyol benzeri bir yoldan. Bundan sonraki kasabalarda ışıklar haricinde hiç durmuyorum. Trafik artıyor ve yol daralıyor. Demiryolu sağımda. Akşam serinliği başladığından rahatlıyorum. Tempom çok yüklü olmama rağmen yüksek. Sık sık 30 km/h sabit hızları görüyorum.

Floransa giriş tabelasında kısacık bir mola. Bu noktada demiryolu kavşağı var. Geçen bir yük treninin makinistleriyle selamlaşıyor ve selamıma kornalı cevap alıyorum :) Benim için kişisel zaferlerden birisi.


Floransa merkezini kolayca buluyor ve fırsat varken önemli mekanları fotoğraflamaya çalışıyorum.



Floransa' ya varmam başlı başına bir maceraydı, ama esas macera Floransa sokaklarında başlayacaktı.

Özlem Pansiyon bursu ile verilen ISIC kartının indirimli Floransa otelleri listesinde bu kart sahiplerine %50' ye varan indirim yapan bir otel vardı. Sadece o oteli bulmak için sadece 1 saat dolaştım Floransa' da. Oteli bir sürü insana sorarak ite kaka buldum, fakat 3 yıldızlı otel çıktı. %50 indirim bile yapsa geceliği 40-50 Avro' dan aşağı olmayacaktı. Ayrıca valiz yerine yüklü bisikletim olduğundan otel görevlileri beni kabul etmek istemediler. Hostel aramaya başladım ama nafile. Şehrin batısına gittiğim sırada bir bisikletçiyi durdurdum. Kamp alanı sordum. Michelangelo tepesine doğru götürdü. Fakat kısa yol yerine uzun yolu takip ettirdiğinden ve yokuşun yarısında benle vedalaştığından, orada sözü ettiği kampingi bulamadım. Karanlık bir bölgeydi çekindim, şehir merkezine geri indim. Bir yandan elimdeki diğer otel listesindeki otelleri bulmaya çalışıyor, diğer yönden annemle hararetli telefon görüşmeleri yaparak bana yer bulmalarını sağlamaya çalışıyordum. Ailemin bulduğu bir-iki otel fos çıktı. Kapı duvar olmuşlar. Açık olup olmadıkları bile belli değildi. Şehir merkezinde bir batıya, bir doğuya gidip gelirken Sri Lankalı bir göçmenin işlettiği marketten alışveriş ediyorum. Bir ara Türkçe, Meksika muhabbeti eden bir grup Türkle karşılaştım. Benle aynı istikamette yürüyerek gidiyorlardı. Aralarından geçmek için "pardon" dedim, geçtikten sonra "iyi akşamlar" dileklerimi sundum. Onlar "aaa Türkçe konuşuyor, aaa Türkçe biliyor" dedikleri sırada onlardan uzaklaşmıştım. Muhabbet edecek ruh halinde olmadığımdan yüz yüze selamlaşamadım onlarla. Aslında o günün şanslı Türkleriydiler. Çünkü Floransa' da uzun yol giden Türk bisikletçi görmüşlerdi. Umarım benden sonra loto oynamışlardır.

Floransa sokakları türküsünü endişeli bir ruh haliyle söylediğim anlar sürüyordu.

Türklerle olan anımdan sonra yer aramaya devam ettim. Bir ara Michalengelo tarafına yine gitmiştim ama fos. Arno' nun kuzey tarafında bir hostel buldum sonunda. Fakat yer olmadığını, rezervasyon sistemiyle çalıştıklarını öğrendim. Orada Michelangelo kampinginin broşürünü buldum ve hemen aldım. Burası nerede dedim. Uzak dediler. Şaşkolozlar o gün Forli' den kas gücüyle gelmiş olduğumu, 10 kilometre bile uzakta olsa oraya ulaşmakta yol kaybetmek dışında sıkıntı yaşamayacağımı akıl edemediler. O hostelden hemen ayrıldım. Başka bir hostele daha danışmıştım, ama o da foslu çıktı. Aslında zor olmayan bir yerde bulunan, az kalsın normal bir saatte ulaşacağım Michalengelo kampingine ulaşmak için bir süre daha dolanacaktım. En kısa yoldan Arno Nehri' ne inmek yerine normal araç güzergahını kullanmaya başladım. Fakat yorgunluğun da etkisiyle yolu şaşırdım ve kendimi şehrin başka bir köşesinde buldum ve yolumu resmen kaybettim. Marketten aldığım muzların ikisini hemen oracıkta yiyiverdim. Biraz dirildim. Geldiğim yolun ters istikametinden giderek, yolumu tekrar buldum. İte kaka Arno Nehri' ne ulaştım.

Floransa' da sanki bir film yaşıyordum. Resmen filmin içindeydim. Floransa gibi bir rûya kentte aksiyon filmindeydim. Tarihi sokak ve caddelerde hızlıca sürüşler yapmam amaçsızca dolanıp durmam, gecenin geç saatlerine kadar bilmediğim bir kentte tüm yükümle taka tuka taka tuka gidip gelmem inanılmazdı.

Arno Nehri' ne ulaştığım zaman biraz rahatladım. Bir noktada kalan bir kaç muzu da yedim. Son tangoyu oynayacaktım. Allah' a dua ettim: "Allah' ım macera yaşamayı seviyorum biliyorsun, ama bu gecelik fazla macera oldu, bu günlük maceramın sona ermesini rica ediyorum" şeklinde bir dua ettim. Sonrasında yolumu takır takır bulmaya başladım. Fazla kişiye yol sormadan hemde (sanırım duam kabul oldu). Gecenin 00.00 ı olmuştu bile. Başta annem olmak üzere ailem Türkiye' de kudum kudum kuduruyor bu arada. Halen konaklayacak yer bulamadım. Annemle olan telefon görüşmelerim gergin geçiyor. Annemin negatif tutumuna dayanamayınca telefonumu kapatmak zorunda kalıyorum ve daha sağlıklı düşünüyorum. Michelangelo Tepesi' ne farklı bir güzergahtan tırmanıyorum. Meşhur Floransa panoramalarının çekildiği tepeye ulaştım. Fakat haritadaki kampingi bulamadım henüz. Bir seyyar dondurmacı kampingin kesin yerini gösteriyor. Kampingin yerini dondurmacıya sormama rağmen zorlukla tespit ediyorum ve İtalya saatine göre 02.32' de kampinge giriyorum.

Floransa' da bu geceye ait bir fotoğraf.


Floransa' ya 21.00 sıralarında giriş yapmıştım. Fakat kamp yeri bulduğum saat 02.32 oldu. Yani 5 buçuk saat dolaştım. Floransa' ya girişte kilometre saatim gün içinde 114 klm. yaptığımı söylüyordu. Fakat 5 buçuk saatlik dolanma 114 klmyi 157 klmye çıkardı. Resmen kabus dolu ama maceralı bir geceydi. 157 klmyi 160' a tamamlayıp bir ultramarathon daha yapmayı çok isterdim, ama değil 3 kilometre, 300 metre bile fazladan dolaşacak halim yoktu.

Kampinge girdim. Resepsiyonist yoktu. Güvenlik görevlisi resepsiyon işlerimi yürüttü. Ben girdikten sonra kampingin kapısını kapattı. Gecelik fiyatını korkarak sordum. 10.30 Avro dedi. Şaka sandım. Çünkü pahalı bir güzel şehrin tam ortasında bulunan bir kamping. Özelliği olmayan diğer kampinglerde geceliği 20' den aşağıya kalmadım. Güvenlikçi pasaportumu aldı ve bana yerimi gösterdi ve çadırımı zeytin ağaçlarının altına sessizce kurdum ve ailemi rahatlatacak haberi verdim. Biraz tıkınıp uykuya daldım.

13. Gün bilgileri:
03.08.2010 Salı
Güzergah: Forli-Floransa
157.63 klm. / 1029 klm toplam.
14.9 km/h ortalama. 49.0 km/h maksimum.
Seyir süresi: 10.32.50 saat. (molalar hariç)

-

14. Gün: 04.08.2010 Çarşamba

Sabah 9.30 gibi uyanıyorum. Normalde 6 dan geç uyanmadığım için bugün geç kalkıyorum bayağı. Bugün mola günüm olduğundan kafayı takmıyorum. Etrafım Avrupa ve İtalya' nın dört bir yanından gelmiş karavanlarla dolu.

Kahvaltımı yapıp resepsiyona uğruyorum. Tepedeki manzara noktasında seyre dalmışken tabela dolu bir kamyonet ilgimi çekiyor.


Tepedeki heykel.


Şehre iniyorum. Kısa bir yokuşla. Stressiz, sakin bir Floransa turu.


Şehri seyre dalıyorum.





Bisiklet mağazalarına bakınıyorum ama İtalyan siestası olan pausaya takılıyorum. Öğleden sonra açılan bir bisikletçinin kartını alıyorum. Hintli bir göçmenin işlettiği internet kafede bir süre takılıyorum. Bir marketten tıkıngaçlar alıyorum :) Boş bir gün oluyor.

Floransa' ya ve İtalya' ya ilk ve son kez 5 sene önce bir izci grubuyla otobüsle gelmiştim. Bisikletle gemi aktarmasıyla da olsa İzmit' ten buraya geleceğimi o zamanlarda dahi hayal etmiyordum.

Marketten aldıklarım arasında bir paket kek var. Onu, yine marketten alınan labne peynirimi ve ekmeğimi güzel bir parkta, ayaklarımı uzatarak tüketiyorum.


Parktan kaldırımdaki bisiklet yoluna çıkarken dikkatsiz davranıyorum ve bir bisikletçinin önüne çıkıyorum. Riskli bir an oluyor.

Öğleden sonraki tıkıngacımın ardından Michelangelo Tepesi' ne tekrar tırmanıyorum. Manzara muhteşem.


Kampinge geri dönüp teyzemler için tohumluk aldığım biberlerin tohumlarını ayıklıyorum. Biberlerin kalan kısımlarını bisiklet üzerinde kurutmayı umut ederek atmıyorum. Fakat ertesi gün yağmura yakalanıp çamurlanınca çöpe gideceklerdi :(


Marketten aldıklarım arasında nefis bir kavun var. Yarım satılanlardan aldım. Çekirdekleriyle paketlenmişlerdi. Çekirdeklerini kavunun kendisini bitirdikten sonra ayıklayıp paketleyecektim. Tüm bu biber ve kavun çekirdekleri biraz küflenmiş olsalar bile sağ salim Meyvelitepe' ye ulaşacaktı.



Kampım.


Fransız karavancı komşularımdan biri aile fotoğrafımı çekiyor. Bir diğer Fransız komşum, telefonumu karavanında şarj etmemi sağlıyor. Çok sağ olsunlar.


Hava kararınca kendimi meydanda buluyorum. Biraz gece çalışması yapmam gerek. Meydana gittiğimde fotoğraf makinemi çadırda unuttuğumu fark ediyorum. :) Kamp alanı bir kaç yüz metreden uzak olmadığından sorun yok. Makinemi alıp geri dönüyorum ve işe başlıyorum.

Ben susuyorum, fotoğraflar konuşsun.









Fotoğraf çekim işim bitince kampinge geri dönmeye başlıyorum. Meydanda içkili sofra kuran genç grubu bana takılmak istiyor, ama soğukkanlılıkla kampinge dönüyorum.

14. Gün bilgileri:
04.08.2010 Çarşamba
Güzergah: Floransa
16.50 klm. / 1046 klm toplam.
9.5 km/h ortalama. 38.4 km/h maksimum.
Seyir süresi: 1.44.10 saat. (molalar hariç)


----------------------------------------------------- Bu blog sayfasında yer alan fotoğrafların telif hakları aksi belirtilmedikçe Baki Berk Kayalar' a aittir. Maddi amaç güden çalışmalarda izin almadan kullanılması telif hakları yasasına göre suçtur. Maddi amaç gütmeyen kullanımlarda ise kaynak belirtilerek yayınlanması önemle rica olunur. Öneri ve destekleriniz için baymineral@gmail.com adresinden bana ulaşabilirsiniz.

2 yorum:

Bu blog sayfasındaki tüm yazılı ve görsel materyallerin (sponsor ve kardeş site bağlantı logo ve yazıları ile gazete küpürleri hariç) telif hakları Bâki Berk Kayalar' a aittir. Kullanmak istediğiniz görsel ve yazılı materyal için baymineral@gmail.com adresinden Bâki Berk Kayalar' a ulaşabilirsiniz.

Saygılarımla.